Kadiköy’ün cinayet kokan arka sokakları

Polisiye yazarı Çağatay Yaşmut, yeni kitabı ‘Benim Canım Ailem’de Kadiköy’ün kriminal hale gelen çehresi içinde, toplumsal sorunlara eğilirken, aile içi ensest olgusunu, çocuk istismarını, kadının toplumsal konumunu ve sıradan insanın güncel sorunlarını ele alıyor. Bir edebiyatçının çağına tanıklık etmesi gerektiğini hatırlatarak…

Çağatay Yaşmut1
Gürer Mut 23.01.20

Polisiye edebiyat sadece katil ile maktul arasında gidip gelen, kurmaca olaylarla okurun zihnini meşgul eden veya yarattığı çözümlerle olayları aydınlatan bir tür olmanın yanısıra, hayatın yalın gerçekleriyle güçlü bağları bulunan bir edebiyat türü. Çağatay Yaşmut, yeni kitabında kentin sokaklarını adımlarken, toplumsal olayları, bunalımı ve yıkımı gözlemleyerek bir hikaye yaratıyor. Türkiye’deki sosyal sorunlara eğilirken, ekonomik bunalımı, kadının toplumsal konumunu, aile içi ensest olgusunu, sıradan insanın gündelik dertlerini es geçmiyor. Hikayenin merkezine koyuyor… Bu anlamıyla sosyal dokuda yaşanan tahribatın sarsıcılığına da ayna tutan ‘Benim Canım Ailem’ üzerine polisiye yazarı Çağatay Yaşmut ile konuştuk. 

Okumaya devam edin Kadiköy’ün cinayet kokan arka sokakları

Medyaya nasıl direnilir?

DwtrHfdXQAALkO1

Ulus BAKER

Aralık-Ocak 1995

Enformasyon, pazarlama, haber, reklamcılık, iletişim, kampanya, kamuoyu… Her şeyden önce bu sözcükleri bizzat medyanın günlük hayatımıza, ekonomik-siyasî ve toplumsal retoriğimize dahil etmiş olduğunu hatırlatmakta yarar var. Genel yönelim, bu sözcüklerin herbirine yüklenen “olumlu” anlamın mutlaklığına duyulan hayranlıktır. Etik ve düşünce açısından son derece yoksul olan medyamızın kendi gücüne duyduğu bu hayranlığın, “iletişim sarhoşluğu” adını verebileceğimiz neredeyse evrenselleşmiş bir ideolojinin özelliklerinden biri olduğunu kaydetmek durumundayız. Bu kavramlar o kadar sorgulanamaz olumlu içeriklere sahipler ki üzerinde düşünmeye başlamak bile bazı tehlikeleri göze almayı gerekli kılıyor. Sözgelimi günümüz dünyasında “düşünce”nin yapımı ve iletimi “pazarlamacı” ve “işletmeci” adını verdiğimiz yeni bir toplumsal tipin tekelindeymiş gibi görünüyor. Özellikle son on yıl içinde Türkiye’nin de bu havaya girmeye başladığı gözleminde bulunulabilir. Bu durumu “iletişim çağı”, “enformasyon toplumu” türünden genelleştirmelerle ele almaya çalışmak iletişim sarhoşluğunun tuzağına düşmek olurdu: Alman düşünürü Walter Benjamin’in onyıllarca önce düşünebildiği şeyleri, iletişim teknolojileriyle iletişim kavramı, felsefesi ve ahlâkı arasındaki uçurumun son derece derinleştiği ve genişlediği günümüzde düşünemez hale geldiysek bu sarhoşluğun etkisini rahatlıkla farketmeye başlayabiliriz.

Okumaya devam edin Medyaya nasıl direnilir?